3 Mart 2013 Pazar

Ben Jack`in 30 yaş bunalımıyım...


20`li yaşlarında kitaplarda, filmlerde veyahut etrafında; öyle olmaya özendiğin doğru olduğuna inandığın tüm değerlerin altüst olduğuna şahit olunan yaş benim 30`uma denk geliyor.  Ne garip ki aynı 30 yaş birçokları için "hayatın tadını çıkardığım yaş”  gibisinden şeyleri söylemek için yarıştığı, yarışacağı aralığa denk gelse de; hayatın basit, beş para etmez bir yarış olduğunu 30'uma gelince anladım. Vurabildiği noktaya yumruk atmak için yarışan insanlar, sokaktan iş yerine kadar egoizmin doruklarında, karşısındakine laf sokmak onların zayıflığını kollarken bir yandan da hayatın güzelliklerinden tat almaktan dem vurmak, yani yeni nesil insan olmak bir güzellik ise; bu bana güzel gelmiyor. Mutsuzluktan başka birşey getirmiyor hatta.
Peki bu mutsuzluğun sebebi sadece yaşanılan tabiat olabilir mi? Tabi ki olamaz.  Daha önce varolmayan arızalar, komplekslerin patlaması. kıskançlık, haset, insanlardan nefret etmek, onlara duyduğun güven hissinin kaybolması, hiçbir şeye katlanamamak, kaçmak, surat görmeden selam duymadan kaçmak. Tüm bunların aynı zaman dilimine denk gelmesi işte mutsuzluk. Merhaba ben Jack`in hiç bir yere yollayamadığı depresyonuyum!
Genellikle 30 yaşına geldikten sonra, sosyal yaşamda başarısız bir insanın gerçek hayatta da başarısız olduğuna şahit oluruz. Bu arada erkekler adına konuşuyorum zira bilemeyeceğim için 30 yaşında bir kadının genel özelliklerini, onları bağlamıyor bütün bu söylediklerim. Neyse başarı diyorduk; başarı da 30 yaşının kalitesini belirleyen bir unsur. Yani sen ne yaparsan yap, maddi eksiklikler üzerinden başarısız bir insan olduğun için yargılanıyorsun. Araban yoksa, birikimin yoksa, bir defa ortalama insanların hepsinin gözünde daha değersiz bir yere oturtuluyorsun. Ortalama insandan kastım da okumuş, üniversite mezunu adamlar/kadınlar sözde. Çoğunluğu da geri kalmış bir kültürün içinde başkalarının sırtına çıkarak ve yarışarak mutlu olmaya çalışan karaktersiz, kötü niyetli insanlar... 30 yaşına geldiğinde, gençliğin laneti üzerine çöküyor. Kadınlarla ilişki, bir adamın başarılarının en önemli bileşenlerinden biridir mesela. Sen karakterli biri olsan da olmasan da, zekandan bağımsız olarak sosyal becerilerin ve sosyal yaşamın her şeyin üzerine çıkıyor. İşte bu nokta da bu kriterlere bağımlı başarısızlığın belasını kabullenme ya da intihar etme, en azından bir süreç olarak ölüm, bu yaşlarda haftada 3-4 defa görülen garip rüyalar olarak tezahür eder. Yine belirteyim ki tüm bunlar gençliğini de yalnız yaşayarak tek başına ayakta duran erkek ademoğlu gözönüne bulunarak yazılmıştır. Çünkü tecrübeler şunu gösteriyor, 30 yaşına kadar ailesiyle yaşayan insanlar aslında bir şekilde insan içinde olmanın yarattığı süspansiyon etkisiyle sakinleşebiliyor. Fakat uzunca bir süredir yalnız bir evde, götiçi kadar bir yerde yaşayan bir insan için algının bozulmaması mümkün değil. Sonuçta düşünsene, canın sıkılıyor, evde boş saatlerini uğraşlara vererek, müzik dinleyerek, film izleyerek  ya da bir şeyler okuyarak geçiriyorsun ama yine de boş vaktin var. İnternettesin, facebook, twitter, ekşisözlük, haber ve meteoroloji sitelerine bakmak rutin bir hale dönüşüyor. Yozlaşmaya dışarıdan bakabiliyorsun, ya da onlar normal kalmışken sen yozlaşmışsın bu da bi bakış açısı ama sonuçta onlardan bir yerden sonra ayrıldığın bir yerdesin. İnsanların hayvani bir güdüyle  birbirlerini mizahla karışık bir aşağılama noktasında tanımladığı ya da nispet maksatlı facebook'a konan aptal fotorafların bu bilince etkisi var. En nihayetinde "ne yapıyorum lan, ben neredeyim" sorusunun cevabı, mide kanseri olmaya, hiç olmadı ülser hadi bilemedin gastrit olmaya yetecektir (ben Jack`in yıllardır delinen gastrit hastası midesiyim).
Velhasıl; kadınsız geçen bir yaşam, başarısız bir iş dönemi, mutsuzluk ve yalnızlık, fakat bunların hiçbirisi az sonra yazacaklarım kadar yoğun bir negatif elektriğe, etkiye sahip değil. 30 yaşına gelince insan; insana olan güvenini yitirebiliyor. Çünkü inandığın etiğin aslında ne kadar azınlık bir kesime hitap ettiğini, çok az sayıda bir kesim için anlamlı olup geri kalan için anlamsız olduğunu anlıyorsun. Bu koyuyor insana, yani herkesin kendini kanıtlamak için yarıştığı, insanların beraber olduğu kadınlardan "kaşar" diye bahsedip hafif de abartarak hikayelere dönüştürdüğünü görmek, herkesin "en iyisini ben bilirim" havalarında, bir kadife ceket, kalın kemikli gözlük, iki amerikan filmi karakteri tribi ile kendini adam sandığını anlamak, adamlığın toplumun çok küçük bir kısmı tarafından sindirildiğini idrak etmek ve aşık olduğun kadınların da işte bu adamları seçip, bu adamlarla çiftleşip sonucunda yuva kurduğunu düşünmek, insana "nasıl iğrenç bir toplumun içinde hapis yaşıyorum" sorusunu sormaya itiyor. Bir de mutsuzluğun, yalnızlığın içinde, insanların senden evlilik beklentisiyle konuşması, sen daha hiç yaşamadan insanların senden bir yaşam beklemesi, pehh yapmayın ama... Konuştuğun kadınların sana saf bir gözle değil, seni en kısa sürede analiz ederek sana paha biçmesi, para, araba, geçmiş kadınlar, çapkınlık, iş hayatı, gelecek vadetmesi gibi iğrenç kriterlere göre adam yerine koymaları ya da koymamaları. Bütün bunlar insanda derin sosyolojik ve psikolojik arızalar ve bir ton kompleks yaratıyor. Bunlar gerçekten yapayalnız, dokunmadan, sevmeden yani hayattan hiç beslenmeden katlanılamayacak şeyler. Ben katlanamıyorum. O yüzden son kalan seçenek yaşama sıfırdan başlamak ve bu ıstıraba son vermek gibi gözüküyo. Zaten topluluğa göre oyundışındasın, o halde buralarda kalıp, mutsuzluk ve kıskançlıkla, hasede dönüşmüş hastalıklı düşüncelerle daha fazla kendini aşağılattırmanın ne manası var. En nihayetinde 10 senede herhangibir Dostoyevski romanının iğrenç bir şarlatanına dönüşme riskin var. Gerçi insanlığın “i”sinin okunmadığı dönemde de kimin ne olduğunun ne ne önemi varsa... Merhaba ben Jack`in nurtopu gibi 30 yaş kriziyim...