20`li yaşlarında kitaplarda, filmlerde veyahut etrafında;
öyle olmaya özendiğin doğru olduğuna inandığın tüm değerlerin altüst olduğuna
şahit olunan yaş benim 30`uma denk geliyor.
Ne garip ki aynı 30 yaş birçokları için "hayatın tadını çıkardığım
yaş” gibisinden şeyleri söylemek için
yarıştığı, yarışacağı aralığa denk gelse de; hayatın basit, beş para etmez bir
yarış olduğunu 30'uma gelince anladım. Vurabildiği noktaya yumruk atmak için
yarışan insanlar, sokaktan iş yerine kadar egoizmin doruklarında, karşısındakine
laf sokmak onların zayıflığını kollarken bir yandan da hayatın güzelliklerinden
tat almaktan dem vurmak, yani yeni nesil insan olmak bir güzellik ise; bu bana
güzel gelmiyor. Mutsuzluktan başka birşey getirmiyor hatta.
Peki bu mutsuzluğun sebebi sadece yaşanılan tabiat olabilir
mi? Tabi ki olamaz. Daha önce varolmayan
arızalar, komplekslerin patlaması. kıskançlık, haset, insanlardan nefret etmek,
onlara duyduğun güven hissinin kaybolması, hiçbir şeye katlanamamak, kaçmak,
surat görmeden selam duymadan kaçmak. Tüm bunların aynı zaman dilimine denk
gelmesi işte mutsuzluk. Merhaba ben Jack`in hiç bir yere yollayamadığı
depresyonuyum!
Genellikle 30 yaşına geldikten sonra, sosyal yaşamda
başarısız bir insanın gerçek hayatta da başarısız olduğuna şahit oluruz. Bu
arada erkekler adına konuşuyorum zira bilemeyeceğim için 30 yaşında bir kadının
genel özelliklerini, onları bağlamıyor bütün bu söylediklerim. Neyse başarı
diyorduk; başarı da 30 yaşının kalitesini belirleyen bir unsur. Yani sen ne
yaparsan yap, maddi eksiklikler üzerinden başarısız bir insan olduğun için
yargılanıyorsun. Araban yoksa, birikimin yoksa, bir defa ortalama insanların
hepsinin gözünde daha değersiz bir yere oturtuluyorsun. Ortalama insandan
kastım da okumuş, üniversite mezunu adamlar/kadınlar sözde. Çoğunluğu da
geri kalmış bir kültürün içinde başkalarının sırtına çıkarak ve yarışarak mutlu
olmaya çalışan karaktersiz, kötü niyetli insanlar... 30 yaşına geldiğinde,
gençliğin laneti üzerine çöküyor. Kadınlarla ilişki, bir adamın başarılarının
en önemli bileşenlerinden biridir mesela. Sen karakterli biri olsan da olmasan
da, zekandan bağımsız olarak sosyal becerilerin ve sosyal yaşamın her şeyin
üzerine çıkıyor. İşte bu nokta da bu kriterlere bağımlı başarısızlığın belasını
kabullenme ya da intihar etme, en azından bir süreç olarak ölüm, bu yaşlarda
haftada 3-4 defa görülen garip rüyalar olarak tezahür eder. Yine belirteyim ki
tüm bunlar gençliğini de yalnız yaşayarak tek başına ayakta duran erkek
ademoğlu gözönüne bulunarak yazılmıştır. Çünkü tecrübeler şunu gösteriyor, 30
yaşına kadar ailesiyle yaşayan insanlar aslında bir şekilde insan içinde
olmanın yarattığı süspansiyon etkisiyle sakinleşebiliyor. Fakat uzunca bir
süredir yalnız bir evde, götiçi kadar bir yerde yaşayan bir insan için algının
bozulmaması mümkün değil. Sonuçta düşünsene, canın sıkılıyor, evde boş
saatlerini uğraşlara vererek, müzik dinleyerek, film izleyerek ya da bir şeyler okuyarak geçiriyorsun ama
yine de boş vaktin var. İnternettesin, facebook, twitter, ekşisözlük, haber ve
meteoroloji sitelerine bakmak rutin bir hale dönüşüyor. Yozlaşmaya dışarıdan
bakabiliyorsun, ya da onlar normal kalmışken sen yozlaşmışsın bu da bi bakış
açısı ama sonuçta onlardan bir yerden sonra ayrıldığın bir yerdesin. İnsanların
hayvani bir güdüyle birbirlerini mizahla
karışık bir aşağılama noktasında tanımladığı ya da nispet maksatlı facebook'a
konan aptal fotorafların bu bilince etkisi var. En nihayetinde "ne
yapıyorum lan, ben neredeyim" sorusunun cevabı, mide kanseri olmaya, hiç
olmadı ülser hadi bilemedin gastrit olmaya yetecektir (ben Jack`in yıllardır delinen gastrit hastası midesiyim).
Velhasıl; kadınsız geçen bir yaşam, başarısız bir iş dönemi,
mutsuzluk ve yalnızlık, fakat bunların hiçbirisi az sonra yazacaklarım kadar
yoğun bir negatif elektriğe, etkiye sahip değil. 30 yaşına gelince insan;
insana olan güvenini yitirebiliyor. Çünkü inandığın etiğin aslında ne kadar
azınlık bir kesime hitap ettiğini, çok az sayıda bir kesim için anlamlı olup
geri kalan için anlamsız olduğunu anlıyorsun. Bu koyuyor insana, yani herkesin
kendini kanıtlamak için yarıştığı, insanların beraber olduğu kadınlardan
"kaşar" diye bahsedip hafif de abartarak hikayelere dönüştürdüğünü
görmek, herkesin "en iyisini ben bilirim" havalarında, bir kadife
ceket, kalın kemikli gözlük, iki amerikan filmi karakteri tribi ile kendini
adam sandığını anlamak, adamlığın toplumun çok küçük bir kısmı tarafından
sindirildiğini idrak etmek ve aşık olduğun kadınların da işte bu adamları
seçip, bu adamlarla çiftleşip sonucunda yuva kurduğunu düşünmek, insana
"nasıl iğrenç bir toplumun içinde hapis yaşıyorum" sorusunu sormaya
itiyor. Bir de mutsuzluğun, yalnızlığın içinde, insanların senden evlilik
beklentisiyle konuşması, sen daha hiç yaşamadan insanların senden bir yaşam
beklemesi, pehh yapmayın ama... Konuştuğun kadınların sana saf bir gözle değil,
seni en kısa sürede analiz ederek sana paha biçmesi, para, araba, geçmiş
kadınlar, çapkınlık, iş hayatı, gelecek vadetmesi gibi iğrenç kriterlere göre
adam yerine koymaları ya da koymamaları. Bütün bunlar insanda derin sosyolojik
ve psikolojik arızalar ve bir ton kompleks yaratıyor. Bunlar gerçekten
yapayalnız, dokunmadan, sevmeden yani hayattan hiç beslenmeden katlanılamayacak
şeyler. Ben katlanamıyorum. O yüzden son kalan seçenek yaşama
sıfırdan başlamak ve bu ıstıraba son vermek gibi gözüküyo. Zaten topluluğa göre oyundışındasın, o halde buralarda kalıp, mutsuzluk ve kıskançlıkla, hasede dönüşmüş
hastalıklı düşüncelerle daha fazla kendini aşağılattırmanın ne manası var. En
nihayetinde 10 senede herhangibir Dostoyevski romanının iğrenç bir şarlatanına dönüşme
riskin var. Gerçi insanlığın “i”sinin okunmadığı dönemde de kimin ne olduğunun ne ne önemi
varsa... Merhaba ben Jack`in nurtopu gibi 30 yaş kriziyim...